Naber Alaaddin...

Şu İstanbul ne kadar güzel bir şehir. Sabahı akşamı, yazı kışı ayrı güzel.

Yine bir bahar akşamı güneş hafif sol karşı tarafımdan kızıla dönmüş, tarihi yarımadanın arkasındaki yerine yerleşmeye hazırlanıyor. Batan güneşin gölgesinde silüet bana, ağzı yukarı bakan bir kasanın anahtarını hatırlatıyor. Zenginliğin anahtarı.

Ayaklarımın dibindeki kayalara vuran denizin sesi, karşımdaki manzaranın fon müziğini oluşturuyor.  Bir ara hayallerimden kendimi sıyırıp , dünyaya geri döndüm ve arkama dönüp, gelenlere baktım. Uzun bir aradan sonra ilk defa bir araya geliyorduk. Eski dostalar.  

Bahçeye yerleştirilen yuvarlak masalar henüz boş. Çünkü her yeni gelen, öncelikle ilk gördüğü kişiye takıldığından pek kimsenin oturmaya vakti olmuyor.

 
İlk engeli aşan bir grup da benim bulunduğum deniz kenarına doğru gelmeye başladı. İçlerinde uzun zamandır görmediğim arkadaşlarım var. Belli ki onlar da batan güneş ve oluşan rengarenk manzaranın büyüsüne kapılıp huzur bulmaya ilerliyorlardı.  Beni farkettiler.

Acaba onların baktığı açıdan beni kime benzettiler. Ama ilk tepkileri "kilo mu aldın lan sen?!" demek olduğuna göre, ışık arkamdan de gelse kim olduğumu gizleyemiyor ama kilolarımı olduğu gibi gösteriyor.  Kilolarla başlayan sohbet, doğal olarak beş-on dakika içinde "hala bekar mısın sen yahu ?!" klasik sorusuna geçince konu bana kitleniyor tabi. Bir müzmin bekar olarak birgün kına gecesi düzenleyip bütün bu dostlarımı davet edeyim diye düşünüyorum. Bol bol da kına getiririm , masraftan kaçmam. 

Ama bu gruptan kaçarım.  "aaaaa yahu kim gelmiş?!" deyip aralarından sıvıştım. 

Bize en yakın masaya doğru yaklaşan bizim Alaaddin değil mi yahu!? Tabi ya ta kendisi. Belki onbeş yıldan fazla olmuştur görüşmeyeli. Ona doğru yaklaşırken biran gözgöze geldik ama hemen bakışlarını çevirdi, önündeki sandalyeyi çekti , tam oturacaktı, yetiştim. Elimi uzattım. Diğer elimle de bir el-ense hareketi hazırlığı yaptım.

- Yahu görüyorsun beni ama tanımamazlıktan geliyorsun Alaouyidtin. 

Lafı oturturken, bir an tekrar gözgöze geldik. Bana öyle bir dik ve gözlerini kısarak baktı ki, yarı yolda şüpheye düşüp, lafı yuvarlamak zorunda kaldım. Tam olarak Alaaddin dediğim iddia edilemez.  Adamı tanıyorum ama artık an itibariyle emin değilim Alaaddin olduğundan.

Biraz hızlı yaşlanmış olabilir, eskiden bıyıkları da vardı. Kesmiş olabilir ama bu kadar mı değişir bir insan yahu.

Bana normalden biraz uzun baktı, sonra sakin sakin :

- Tanımam mı?! Çocuktun sen.

Hoppala. Alaaddin mı bu gercekten... Beni tanıyor. Eh , devam edelim bakalım, buluruz kim oldugunu...

- Abartma yahu, sen sanki cok büyüksün.
- Eeee yaslanıyoruz artık. Hala aynı sokakta mı otuyorsunuz?
- Evet abi.... 

Evimi nerden biliyor. Benim evimi bilen cok az iş arkadaşım vardır hayatımda ama Alaaddin bilmezdi ki... Sonra yanlış cevap verdiğimi farkedip düzelttim.

- Yok yok! Ne aynı sokağı. Yıllar oldu ordan taşınalı. 

Salak oldum vallahi, ama aklım iyice dağıldı. Kim ki bu adam , benim oturduğum sokağı bile biliyor. Ya da, o da benden emin değil, sallıyor. Benim sokağımı bilenler sadece şirketin şoförleriydi. 

Tabi yaaa. Şimdi hatırladım, şoför abilerimizden biri bu. Adı neydi acaba. Az kahrımızı çekmediler. Gece demediler gündüz demediler, ordan oraya taşıdılar bizi vakti zamanında. Canım abim ya, bir de ismini hatırlasam...

- Sizin sokaktaki dükkanımı kapattım ben sonradan.

Yok artık. Ne dükkanı ya. Ben kiminle, konuşuyorum acaba. Alaaddin'den baya uzaklaştığımız kesin. Bence ikimizde çaktırmadan sallıyoruz rastgele.  Bizim şoförlerden birinin dükkanı mı vardı bizim sokakta.

- Yapma abicim ya! Niye kapattın o dükkanı?
- İşler iyi gitmedi, ben de kapadım gitti.

Ne dükkanı diye soramadım.

- iyi yapmışsın abicim.
- Annen nasıl?

Yuh. Annemi de tanıyor. İçimden "abi kusura bakma ben seni tanıyamadim" demek geçiyor ama yemiyor. Çünkü adam beni ma-aile tanıyor ciddi ciddi. Vazgeçme devam et. Bakalım nereye varacak.

- İyi valla abicim. Sağlığı çok şükür yerinde.
- Selam söyle.

Söyliyeyim de kimden. Amma da zor duruma düştüm. Hala tanıyamadım. Acaba bu garip muhabbet nasıl sonlanacak. Yer yarılsa da içine girsem, ne diyim artik. 

O sırada oldukça eski mesai arkadaslarımdan biri bize yaklaştı. Kollarını açarak, kodadı Alaaddin'e uzattı, sarıldı boynuna.

- Naber abi ya? Nesrin gelmedi mı?
- Nesrin gelmese ben niye geliyim yahu. Sizlerin toplanacağını duymuş, tutturdu gidelim diye , ben de gelip şuracıkta oturayım dedim. Bak ağacın dibinde, İsmail beyle konuşuyor. 

- İyi yapmışsın abicim, ne iyi ettin de sen de geldin. Özlemişim.

Döndü bana baktı.

- Siz tanışıyormusunuz?

- ......... Tanımaz mıyım, ayıpsın, Nesrin'in beyini hangimiz tanımaz. Biz zaten mahalleden de tanışıyoruz. Bu arada ben müsaadenizi istiyeyim, diğer arkadaşlara da bir merhaba diyeyim. 

Ooooh, ucuz yırttım sayılır. En azında Alaaddin olmadığından emindim artık. Nesrin'in beyi her zaman için sert mizaçli bir adamdı. Bir veya iki defa görmüştüm. İyi ki bir de el-ense çekmedim. Yoksa bu benim anım olmaktan çıkardı.

Alaaddin hangisiydi peki...

Yorumlar

Ercan Aydin dedi ki…
Harika, ellerinize saglik
Ozlem, Sydney dedi ki…
Surukleyici.. Sonunu merak ettirici cok hos bir yazi.. Ellerine saglik.. Yazmaya devam.. Guzel oluyor okumak seni :)

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiroid'deki nodülüm neden ufaldı

LevenD mi doğru LevenT mi tartışmasına son veriyorum.

Geçmişle barışmak