Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Telefona tuş koymamışlar

1990'ların ilk yarısı. Bendeniz ilk defa yurt dışına çıkıyor. Hem de ne çıkış! 14 gün boyunca  tanımadığım 40 kişi ile aynı otobüste bir arada Güney Avrupa turu. (Eşek sırtında 40 gün gibi oldu ama neyse....) Istanbul'dan çıktık yola. Yugoslavya'da sıcak savaş var diye etrafından dolanmak maksadıyla, Bulgaristan üstünden gidip Budapeşte'de birgün konaklayıp, sonra güneye doğru inip Italya, Fransa, Ispanya, sonra dön geri Kuzey Italya ve Istanbul. Tam 14 gün. 2 Ağustos'ta o cehennem sıcağında, yola çıkıp iki hafta sonra dönüş yapacaktık. Avro'nun olmadığı yıllar. Elime bir miktar dolar alıp, iki kafadar çıktık yola. O derece seyahat özürlüydüm ki, yanıma sadece 2 t-shirt almışım. Venedik'te de traş takımlarımın olmadığını farkettim, el memleketinde ilk market alışverişimi orada yaptım.O gezimden sonra, daima bir seyahat checklist'im oldu. :-)

Adem & Havva

Kavurucu sıcağın altında Adem, öldürdüğü dev yılanın derisini yüzmeye çalışıyordu, kan ter içindeydi. Mağaranın girişindeki ağacın gölgesinde Adem’i seyreden ve biryandan da kendindeki değişiklikten endişelenen Havva seslendi: - “Adem” - “Ne var?” dedi umursamazca. - “Bendeki değişikliğin farkında değil misin?” Sesinde hem korku hem de sitem vardı. Adem, parçalamaya çalıştığı o koca yılandan gözlerini azıcık ayırıp, arkasına döndü ve Havva’ya baktı. - “Ayağına kap yapmışsın”

Naber Alaaddin...

Şu İstanbul ne kadar güzel bir şehir. Sabahı akşamı, yazı kışı ayrı güzel. Yine bir bahar akşamı güneş hafif sol karşı tarafımdan kızıla dönmüş, tarihi yarımadanın arkasındaki yerine yerleşmeye hazırlanıyor. Batan güneşin gölgesinde silüet bana, ağzı yukarı bakan bir kasanın anahtarını hatırlatıyor. Zenginliğin anahtarı. Ayaklarımın dibindeki kayalara vuran denizin sesi, karşımdaki manzaranın fon müziğini oluşturuyor.  Bir ara hayallerimden kendimi sıyırıp , dünyaya geri döndüm ve arkama dönüp, gelenlere baktım. Uzun bir aradan sonra ilk defa bir araya geliyorduk. Eski dostalar.   Bahçeye yerleştirilen yuvarlak masalar henüz boş. Çünkü her yeni gelen, öncelikle ilk gördüğü kişiye takıldığından pek kimsenin oturmaya vakti olmuyor.

O son çayı içmeyecektim

Bu akşam güya bizi erken bıraktılar. Bir saat önce kalkan servislerle eve bir saat geç varabildim. Yol kötü dediler, çıkmadan önlemlerimiz aldık. Sıvı bu, ne zaman nereden yolunu bulup çıkmaya çalışacağı belli olur mu?!! Mesaneyi sonuna kadar boşalttım. Çıktık yola. Yol gerçekten çok kötü. TEM artık gri değil, haylice beyaz olmuş. Murat Kazanasmaz o kadar twit etti gün boyunca, çıkmayın araçlarınızla, toplu taşıma araçları kullanın dedi. Ama dinleyen kim!! Herkes kabak lastikleriyle çıkmış yollara. Şekerpınarı'ndan Kurtköy sapağına yarım saatte vardık. Doğru orantı yaparsak eve gece yarısı varırız.

Ben tenis bile oynadım

Ooooo baya zaman olmuş yazmayalı. Tevekkeli değil , kendimi çok özledim :) Yine bir spor maceramdan, tenis yeteneğimden bahsedeyim, keyfim yerine gelsin. Şaşıracaksınız ama ben hayatımın 40'lı yıllarından sonra üç (sayıyla 3) yıl tenis dersi aldım. :) Aynen... Tam üç yıl boyunca, zemin ıslak olmadığı sürece her cumartesi ve pazar sabahın köründe tenis dersi aldım ben. Hiç niyetim yokken, dostlarımın gaza getirmesiyle ders almaya başladım ve inanılmaz zevk aldım. Hatta çok daha erken başlamadığıma pişman olacak kadar çok sevdim tenis oynamayı. Hiç bir spora hafta sonumu verecek şekilde bağlanmamıştım. İyi de oynuyordum. En azından hocalarım öyle diyordu. Genelde hocalarımla oynuyordum bazen de bir önceki veya bir sonraki ders alan arkadaşlarımızla tekler veya çiftler maçı yapıyorduk. Maç yapmak, ders almaktan daha zevkliydi. Çünkü kazanma hedefi var. Kazanılan her sayı insanı daha bir vahşileştiriyor sanki. Neden üç yıl diye sorar gibisiniz. Üç yıl sonra artık ders alma ihti