Telefona tuş koymamışlar

1990'ların ilk yarısı. Bendeniz ilk defa yurt dışına çıkıyor. Hem de ne çıkış! 14 gün boyunca  tanımadığım 40 kişi ile aynı otobüste bir arada Güney Avrupa turu. (Eşek sırtında 40 gün gibi oldu ama neyse....)

Istanbul'dan çıktık yola. Yugoslavya'da sıcak savaş var diye etrafından dolanmak maksadıyla, Bulgaristan üstünden gidip Budapeşte'de birgün konaklayıp, sonra güneye doğru inip Italya, Fransa, Ispanya, sonra dön geri Kuzey Italya ve Istanbul. Tam 14 gün. 2 Ağustos'ta o cehennem sıcağında, yola çıkıp iki hafta sonra dönüş yapacaktık.

Avro'nun olmadığı yıllar. Elime bir miktar dolar alıp, iki kafadar çıktık yola. O derece seyahat özürlüydüm ki, yanıma sadece 2 t-shirt almışım. Venedik'te de traş takımlarımın olmadığını farkettim, el memleketinde ilk market alışverişimi orada yaptım.O gezimden sonra, daima bir seyahat checklist'im oldu. :-)


İlk defa yurt dışına çıktığım için, büyük beklenti içindeyim doğal olarak. Onlar bizden teknoloji ve medeniyet açısından oldukça ilerde olmalılar. O zamanlar internet de yok. Var ama yok. En azından bende yok :-) Oraları ancak ve ancak anlatılanlardan ve TRT'nin gösterdiklerinden görüyoruz. Ama oraları orada yaşamak bir başka tabi.

Ben Kova burcuyum. Zekiyim, araştırmacıyım, meraklıyım, bilgiliyim. Öyle bilinirim. Her girdiğimiz ülkede  beni şoka sokan şeyler vardı, Kova burcu olduğum için çabuk kavradım, çabuk öğrendim.

Taaaa ki Fransa'nın Nice mevkii'nde bir gece konaklayana kadar :-)

Otele vardık, her otelde olduğu gibi üşüştük resepsiyonun önüne. Odamızın anahtarını verdiler. Yorgunuz, beter durumdayız. Odanın kapısını açtık, girdik içeri.

Vay beeeee. Oda süper. Kalacağımız en güzel oda. Adamlar televizyonu bile duvara asmışlar. İlk defa LCD görüyorum hayatımda. Adamlar yapmış.

Yatağın çift kişilik tek yatak olduğunu farketmemiz çok uzun sürmedi. Eh doğal bir sonuç değil mi! Burası Fransa, yatakları da French bed :-) Ama biz de iki Türk erkeğiyiz, uymaz bize.

Aynı anda birbirimize baktık, "ne iş" der gibilerden.

-"Hocam gidelim rehberle konuşalım, şartları zorlamayalım" dedi.

İndik lobiye. Dedik rehbere : "Bacım, otel güzel allah için. Ama bu oda bize uymaz"

Rehber anlattı resepsiyoncu kıza , "kuşe muşe" birşeyler dedi. Kız bize tuhaf tuhaf baktı. Belki de yorgunluktan bize öyle geldi, bilemedik. Sonra döndü rehbere "jö mi, katr, şöbiyet" gibi birşeyler dedi. Rehber bize döndü, gülümseyerek "hallettim, bir oda daha veriyorlar" dedi.

Eşeğimizi bulmuş kadar sevindik. Aldık anahtarlarımızı. Odalarımıza dağılmadan önemli bir karar vermemiz gerekiyordu.

"İlk uyanan, diğerini arasın"
"Tamam oda numaran ne?"

Aldık oda numaralarımızı. Birbirimizi nasıl arayacağımızı biliyoruz. Telefon bizim için karmaşık bir alet değil. Cep telefonu diye birşeyimiz yok ama, Türkiye'de telefon uzun zamandır var. Hatta babam 1971'de başvurmuş telefon bağlatmak için, 16 yıl sonra sıra bize geldi. Sevindik ama babam rahmetli olduğu için göremedi garibim. O kadar eskidir Türkiye'de telefonun tarihçesi :-)

Rehberimiz, her ülkenin oteline girdiğimizde, örf ve adetler farklı olabildiği için, odadaki telefonla önce kaçı çevirince ülkemizi arayabiliyoruz, resepsiyon nasıl aranıyor, diğer odalar nasıl aranıyor, kendi odasının numarası kaç vs gibi tedbirleri önceden bize bildirirdi. Kulakları çınlasın.

Güzel bir duştan sonra o akşam süper bir uyku çekmişim. Sabah saatimin alarmı çalınca uyandım. Eh Kova burcuyum ya, arkadaşımın telefonuyla uyanmadığıma göre ilk ben uyandım demektir. Hemen yoldaşımı arayıp uyandırayım ki kahvaltıya geç kalmayalım.

Yatakta kendi eksenim etrafında bir yarım tur dönüp, uzanıp telefonun ahizesini kaldırdım. Duydum sinyalin sesini..... Tam numarayı çeviricem, o da ne.... Telefonda tuş yok. Ne anlama geliyor bu? Neden böyle birşey yapmış olabilirler acaba. Hani daha önceki ülkelerde restoranlarda vanası olmayan musluklarla karşılaşmıştım gerçi. Lavabonun başında ağlamaya başlayınca, oranın yerlileri yardımıma koşup, alttaki pedala basarak beni suya kavuşturmuşlardı ama ben bunca telekominikasyon deneyimimden sonra tuşsuz telefona anlam veremedim bir süre. Uyku sersemi öylesine kala kaldım. Hani ne anlamı var yahu. Sonra anladım ki, herhalde telefonu açınca direkt santral veya resepsiyon düşecek. Ben de onlara oda numarasını söyliycem, onlar da bağlayacak. :-) Len bu Fransızlar çok geri be. Dedemin zamanındaydı o bağlama işleri. Adana'yı falan bağlatırdı evden. Hatırladım. Yahu sen kalk duvara LCD televizyon koy, sonra da odadan odayı arıycam, "alo santral bana xyz'i bağlar mısın?" Yazık yazık.... Çok gerilermiş, gözümde büyütmüşüm bu milleti.

Derken benim telefon çaldı.
"Abi uyan uyan uyan"
"Ohoooo ben çok kalktım kanki"
"Eeee niye beni aramadın?"
"Abicim santral üstünden bağlatmalı bir teknoloji var, uğraşmadım"
"Nasıl ya!"
"Boşver hadi çabuk hazırlan da kahvaltıya yetişelim, orda konuşuruz"
"Tamam, görüşürüz"

Yarım saat sonra kahvaltı salonunda buluştuk.
"Abi ne o santral falan, ben anlamadım"
"Yaaa yürü git be, ben de bu Fransız'ları bizden ileri sanırdım. O ne ya öyle. Telefonlarında tuş bile yok."
"Tuş mu yok?"

Rehber anons yaptı o sırada, 10 dakika sonra otobüsümüz hareket edicek, lütfen herkes tam zamanında otobüsde olsun, gezecek çok yer var, zaman kaybetmeyelim"

Yaklaşık bir haftadır, sürekli otobüse yetişmek için hep koşturduk durduk. Yediğimizin yarısı tabakta , uykumuzun yarısı yatakta kaldı hep. Yine güzel bir gün başlıyor ama sohbet yarım kaldı.

"Hadi hocam, iç şu çayını da kalkalım. Daha ben odaya çıkıcam, son bir tuvalete gireyim bari. Otobüste konuşuruz"

Otobüsün en arka koltukları bizimdi. 3-5 kafadengi arkadaşla arka koltukları ele geçirmiştik. Mücadelisiz oldu. Zira herkes tur boyunca ön koltukların savaşını yaparken biz çok rahattık. Bazan ara sıra 'orta koltukta kim oturacak tartışması' yapıyorduk aramızda ama fazla da bir kombinasyon yoktu zaten.

Otobüsümüz hareket etti. Yolda gidiyoruz. Rehber aldı mikrofonu eline "Günaydın herkese. Otelinizi beğendiniz mi, ne kadar güzel ve rahat değil mi? Şikayeti olan var mı?" dedi. Bütün yolcular, adeta sarayda kalmışlar gibi, çığlık çığlığa beğenilerini ifade ettiler. Banyosu pırılpırılmış, musluklarından sıcak su akıyormuş, havlular pamuk gibiymiş, duvarda asılı olan o televizyona ne deniyormuş, inşallah birgün Türkiye'de de olurmuş vs vs. Telefondan bahseden yok, muhtemelen herkes çift yatınca, haliyle birbirlerini dürterek uyandırmışlardır , farkında değillerdir :-)

Gıcıklık değil mi... Huyum kurusun... Hayatım boyunca bu huyum hiç değişmedi. Ben hariç herkes aynı fikirdeyse, ille birşeye takıntı yapıp, sel gibi akan kitlenin ortasına dalıcam. Seslendim rehbere arkadan "yahu telefonlarında tuş bile yok, az kalsın uyuyup kalacaktık otelde. Gördüğümüz otelleri hiçbiri bunun kadar ilkel değildi" dedim.

Kırk kişi birden dönüp arkaya baktı. Otobüsün fıkracısı olduğum için herkes kim olduğumu , burcumu falan iyi bilirdi. Öyle bir şaşkın ve alık gibi baktılar ki, "ne bakıyonuz lan" demek geldi içimden.

Bir tanesi dedi ki, "Yooo benim odamdaki telefonda tuşlar vardı"
Onu duyan hepsi, sürü mantığıyla bilir bilmez destekledi, ama şüphede yok değil içlerinde.

"Aaaa bizde tuş vardı değil mi Kemal?"
"Olmaz mı hayatım, bizim ki köşe odaydı zaten" ??

"Berrin bizim odadakinde varmıydı tuş, ben hiç bakmadım"
"Olmaz mı hayatım, havlu terlik bile vardı" ??

"Yalan mı söyliycem ya, benim telefonumda tuş yoktu işte" dedim.

Benim yoldaş yandan hafif eğildi "bende de vardı kanka. Bir anlatsana ne yaptın sen?"

"Yaaaa olum bak git. Hiç telefon kullanmadım mı yahu. Kaldırdım ahizeyi ama sayıların olduğu tuşlar yoktu işte"

"Abi sen nerde aradın tuşları?"

"Nerde olacak, telefonun üstünde tabi"

"Abi tuşlar ahizedeydi, iç tarafında"

:-(

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiroid'deki nodülüm neden ufaldı

LevenD mi doğru LevenT mi tartışmasına son veriyorum.

Geçmişle barışmak