Deniz korkusu nasıl birşey

Çok soruyorlar: Denize girmiycen de neden tekneyle geziye çıkıyorsun? Arkadaşlarım da soruyor, kaptan ve mürattebat da soruyor.

Herkese aynı cevabı vermektense, yazıya dökeyim de sorana link'ini gönderirim.

Öncelike soru yanlış. Ana merak konusu, tekne gezisine neden çıktığım olmamalı. Param var gidiyorum :-)

Beşik gibi sallanan teknede uyumak, çıplak bedenime rüzgarın değmesinin verdiği rahatlık ve huzur, şehirin sıkıcı ortamından uzak kalmak, dalganın sesi bunlar hoşuma gidiyor. Yoksa denize girmek gibi bir niyetim hiç olmadı.

Asıl soru denize neden girmediğim olmalı. Beni ürkütüyor. Test ettim, ürküteceği aşikar.

Gezilerimden birinde, günübirlik tekne gezisine çıkmıştım. Orda burda koylara giriliyor, tekneyi bir yere bağlıyorlar. İsteyen denize giriyor, isteyen keyif yapıyor :-) Benim ikinciyi tercih ederim hep, denize girmek benim için keyif sayılmıyor, ceza gibi geliyor bana.

Herkes denize girerken, ben de teknenin sessizliğini yaşamak için, teknenin burun kısmına geçtim, denize bakıyordum. Derinlemesine bir mavilik. Mavi olarak güzel, ama derinlik olarak ürpertici. Güneş ışıkları derinlerde sonsuzluğa doğru gidiyor. Çizgi çizgi, sanki hepsi tek bir noktayı gösteriyor.

Hiç dikkat ettiniz mi, teknenin kenarından aşağıya bakarken, (Dışardan tabi. İçinde hiç bakmayı denemedim) sanki denizin dibinde de bir ufuk çizgisi var ve ışınlar ufukta birleşiyor. Ve siz o birleştikleri noktayı göremiyorsunuz. Açıklara doğru lacivertleşen bir deniz. Oysa deniz mavi değil. Bunu bile bile denizler için mavi deriz. Al bakalım avcuna bir miktar deniz suyu, ne renk oluyor! Şeffaf. Ama bu şeffaflık, dibin rengini almıyor da ne hikmetse göğün rengini alıyor. Bu kadar aldatma görmedim. Nasıl güvenip de içine gireyim bu camianın.

Garip garip sevgi/güven sözcükleri de var denizler için bi de. Denizden babam çıksa yerim. Baban bir çıksın bakayım dipten dipten, o zaman suyun üstünde yüzen öbekler bakalım seni koruyabilecek mi! :-)

Bunları düşünürken yanıma teknenin miçosu geldi.

- Abi niye denize girmiyorsun sen? Bugün deniz şahane.

Yine aynı soru... Sana ne yahu...

- Korkuyorum

- Korkacak ne var ki. Bak herkes giriyor.

E demek ki onlar korkmuyor. Ne saçma bir tez bu. Ama ben bu diyaloğu hep yaşıyorum.

- Bana bir lokma ekmek getirirsen sana nedenini göstereyim.

Üşenmedi gitti, lüçük bir lokma ekmek getirdi. Aldım elinden, yumuşak kısmından küçük bir parça kopardım, parmaklarımın arasında yuvarladım. Küçük bir nohut kadar oldu. Elimi parmaklıklardan dışarıya uzattım, bıraktım aşağıya ekmeği.

Suya değer değmez, hareler oluştu. Ne beklersiniz? Bir süre sonra ekmek gevşer ve dağılır, değil mi? Fırsat kalmadı dağılmasına. O an ortada olmayan 30 kadar zargana çıktı ortaya ve hepsi hücum etti küçük ekmek parçasına. Hepsi bir mikron parça kopardı, anında bitti ekmek. Sonra hiçbirşey olmamış gibi, dağıldılar, yok oldular. Ortalik eski haline geldi.

- "Gördün mü neler olduğunu?" dedim.

- "Normal değil mi bu! Ne var bunda!" dedi.

- "Kötü birşey olması, bunu normal karşılamamızdır" dedim.

- Yani?

- Nohut kadar ekmeği attık denize, duyan geldi, değil mi? Bu zarganalar yoktu ortada. Bu attığımız ekmeğin ağırlığı ne kadardır sence?

- 1-2 gram'ı geçmez herhalde!

- 2 gram diyelim. Benim de 80.000 gram ettiğimi düşün. 4.000 katıyım. Doğru mu?

- ........!

- Şimdi ben atlasam denize burdan. Duyan gelecek midir? Önümüz açık deniz. 2 gram'lık ekmeğin düşüşünü 30 zargana duydu. 80.000 gramlık ben düşersem, açık denizden allah bilir neler gelir :-)

- Abi bu denizlerdeki balıklar sana ne yapabilir!

- Diyelim ki 3 tane koca ağızlı babacan koptu geldi dibime kadar. Hayal etmek bile zor benim için. Eskiden bizim evde küçük bir akvaryum vardı. İçinde de iki tane Japon balığı. Ben onlara yem attığım zaman, hemen toplaşırlardı. Önce ağızlarını açıp, hüüüp, içeri çekerledi yemi, sonra beğenmezlerse, püh diye geri atarlardı.

- Eeee?

- Bu 3 babacan geldiğinde, nasıl anlayacaklar benim ne olduğumu? Bi dıdıklarlar değil mi? Beğenirse yine iyi, ya beğenmezse! Tükürecek dışarı. Gitti mi bizim kol bacak! Düşünsene sol bacak etli butlu, sağ bacak yarısı yenik yarısı kemik.

Miçonun omuzlarıdan aşağıya şöyle bir titredi, belli ki içi ürperdi.

- Abi dur anlatma yahu, vallahi bırakıcam bu işi. Nerden geliyor aklına böyle şeyler be. Ne hikaye, ne fantazi. Ben artık suya da giremem. Benim hayatım bu denizlerde geçiyor. Tövbe tövbeeee.

Eeee, dünyada olup bitenleri analiz etmeyi bilecen yeğen. :-) Onu bir daha görmedim. Belki balık ekmek ile uğraşıyordur artık.

Gözümde kimi zaman canlanan daha beter bir senaryo var ama onu ikinci bölümde anlatayım... Ya da ürkecekseniz miçok gibi, hiç yazmasam mı...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiroid'deki nodülüm neden ufaldı

LevenD mi doğru LevenT mi tartışmasına son veriyorum.

Geçmişle barışmak