Martı

Fotoğraf makinemi yeni almıştım.
Canon 550D.
Fonksiyonlarını öğrenmeye çalıştığım günlerdi.

Bir arkadaşım da Nikon almış ama makine üzerinde deneyimi azmış.
Fotoğraf çekme eğitimini de yeni almış.
Konuşurken,

-  Beraber fotoğraf çeksek, dedi. 

Fotoğraf kulübü bir proje kapsamında bir Pazar aktivitesi düzenliyormuş.
"Adalar ve martılar" mı öyle birşeydi adı.

Hemen atladım teklife.
Bir taşla birkaç kuş vurabilecektim. 
Aklımdan bu cümleyi geçirdim ama bir daha tövbe :) 
Hem deniz havası, hem grup çalışması.
Harika bir gün olabilirdi.

- Peki gelirim, ama ayıp olmaz mı böyle hariçten katılmak, parası falan nedir? dedim.
- Ne ayıbı yahu, hocamızın da hoşuna gider, dedi.

Biraz nasıl bir aktivite olacağından bahsetti.
Konuşa konuşa, tartışa tartışa öğreniyormuşuz.
Çok hoşuma gitti.

Aktivite günü Bostancı'da buluştuk arkadaşımla, vapurla Büyükada'ya gidiliyor.
Ekibin diğer kısmı , hocayla beraber Kabataş Kadıköy vs güzergahıyla gelecekmiş.
Belli bir saatte Büyükada'da iskelede buluşacaktık.

Yol boyunca vapurdan fotoğraf çektik. 
Makinelerimizin her ayarıyla oynadık.
Işık ayarı, diyafram ayarı.
Nikon'da nerden yapılıyor şu ayar?
Canon'da var mı yok mu?
Gölgede çekim.
Güneşe karşı çekim.
Hayatımın güzel , güneşli günlerinden biri.

Derken güle oynaya vardık adaya.
Biz onlardan önce varmışız.
İskele civarında bir yerde çay içtik, tost yedik.
Sonraki vapurla diğer arkadaşların da geldiğini haber aldık ve iskeleye gittik.
Hocaları hepimizi topladı etrafına.
Günaydınlaştık, merhabalaştık.

Başladı anlatmaya:

- Arkadaşlar geciktiğimiz için güneş fazla yükseldi, sert ışık oluştu. Dolayısı ile o soft güzel ışığı kaçırdık. Ama ziyanı yok. Fotoğraf çekmede bir sürü teknik öğrendik , onları deneriz. Akşam gün batımını değerlendirmek üzere şimdi yürüyüşe geçelim, hem gezelim hem de farklı teknikleri yeri geldikçe ben size anlatırım. Örneğin kaldırım taşı seviyesinden görüntü almak, hareketli cisimleri panning tekniğiyle çekmek vesaire sizlere pratik yaptırmayı planlıyorum.

- Sorusu olan var mı? dedi.

Ses yok. 
Ayıp olmasın diye bir soru sorayım dedim.

- Hocam ben makinamı yeni aldım, çok pratiğim yok. Sizden makinem konusunda da yardım alabilir miyim? dedim.

- Tabi ki,dedi.Hayırlı olsun, güle güle kullanın.

Makinemin markası şu bu, kısa bir sohbetten sonra iskeleden çıktık, sola saptık.
Tam iskelenin sınırından çıktık, balık lokantalarının başladığı noktaya geldik
Önden giden arkadaşlardan birileri birden hareketli ve heyecanla deniz kıyısına doğru hızlandı.

Onların baktıkları yöne baktım.
Üç vapur yanyana iskeleye yanaşmışlar, üçünün de burnu bize dönük.
Güzel bir görüntü ama kaplandan kaçan antilop görmüş gibi aman manzarayı kaçırmayayım diye heyecanlanmaya da gerek yoktu bence.
Yine de gaza geldim.
Bir telaşla hemen makinenin ayarlarını kontrol etmeye başladım. 
Makine yeni olduğundan ve bir de üstüne heyecana geldiğimden panik içindeyim.

Tam o sırada ağzımın ortasına şırraaaak diye bir şaplak yedim.
Bir an dondum kaldım.
Şaplağın etkisiyle gözlerim kapalı.

Beynim ne olduğunu anlamaya çalışıyor.
Ağzımda oldukça keskin bir acı var.
Acıyı anlamak için gözlerinizi kapatın ve aniden dudaklarınıza elinizle mümkün olduğunca hızlı vurun.
Aynen o acı.

Dedim bu ne yaa! 

Uzun zamandır beni görmeyen bir arkadaşım arkadan yanaşıp gözlerimi kapatıp eşek şakası yapacağına  denk getiremeyip ağzımı kapatmaya mı çalıştı acaba?

Veya biri beni birine benzetti  ve saldırıyor mu? O zaman bu acının artçıları olabilir. Düşmanım da yoktur  benim.

Veya ekipten birileri "üç vapur" konulu sanatsal eseri kaçırmamak için üstümden atladı da çantası mı suratıma çarptı?

Gözlerimi hafif araladım. 
Etrafı bulanık gördüm.
Gülüşmeler başlamıştı etrafımda.

Birinin sesini duydum.

- Dudağı kanıyor.

Vaaaay be, kesin dayak yiyorum ben yav, dedim içimden.

Elimi dudağımın acıyan yerine dokundurdum.
Küçük bir kabarıklık vardı.
Elime baktım buğulu buğulu.
Elimde kan gördüm.
Etraftaki esnaftan biri, belli ki bir garson,  peçete getirdi.
Kanı sildim hemen.
Baya da kan  bulaştı peçeteye.

Sonra neden buğulu gördüğümü anlamaya çalıştım.
Elimi yüzüme götürdüm.
Gözlüğüm çarpılmış, yüzümde verev duruyor.
Sol sapı sol kulağımın üstünde, sağ sapı sağ kulağımın altından enseme uzanıyor.
Düzelttim ama camlar yağ içinde.
Arkadaşım gözlüğü elimden aldı.

- Ben temizlerim , dedi, sağolsun.

Bu kesin bir dayak olayı. 
Çünkü özür dileyen falan görmüyorum, duymuyorum.
Kasıt var.
Artçısı yok çok şükür.
İlk tokatta dağıldım, pert oldum ben.

Hemen geç de olsa aklıma makinem geldi.
Baktım ona birşey oldu mu diye, sağlam.
Fakat üstü hafif yağlanmış ve küçük bir et parçası var deklanşörde.

- Dudağım mı parçalanmış, dedim arkadaşıma.

Gülümseyerek dedi ki,

- Yok yok balık o.

Balık mı?
Yere baktım.
O an farkettim ki yerde tam önümde yenmiş bir lüfer iskeleti var.

Benim beynim yine pert tabi.
Anlamaya çalışıyor.
İpuçlarını değerlendiriyor. 
Gözlük camlarım yağlı, dudağım kanıyor, yerde yenmiş bir balık.  

O sırada bir milli piyangocu geldi.

- Abi çek bitane.
- Bana çıkmaz hocam, baksana şu halime.
- Sana çıkmayacak da kime çıkacak abi. Gökten balık düştü ağzına. Balık kısmettir.


O sırada biri gülerek etrafındakilere anlatırken duydum.

- Yav martı adama balık fırlattı.


Adada gezdiğimiz sürece piyangocu ile baya kaynaştık.
Gördüğü her yerde bana dönüp, göğü gösterip,

- Balık düşüyor, diye bağırıp sırıttı :)

Martı mı?

Sanırım olay şöyle oldu. 
Görgü tanıklarının anlattıklarından yola çıkarsak, bir martı çöpten bir balık iskeleti kaptı ve uçarken ağzından düşürdü ve  o da ağzıma girdi.
Yeyip de kılçığını atmamıştır, hele hele bana hiç atmamıştır. 
Koordinatlar kesişmiştir :)

Piyango bileti mi?
Her türlü satıcı beni kandırabiliyor. Garantili alıcıyım.
Fazla itiraz edemedim, o halimle, balık kokuları  içinde aldım bir bilet. 
Amorti bile çıkmadı. :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiroid'deki nodülüm neden ufaldı

LevenD mi doğru LevenT mi tartışmasına son veriyorum.

Geçmişle barışmak