KARABATAK

Patronu çıkınca arkasından dükkânı toparladı, kürk yakalı siyah süet ceketini giydi, kepenkleri indirdi, çömelip asma kilitleri yılların paslattığı halkalara geçirdi, cebinden çıkardığı anahtarlarla kilitledikten sonra tek tek kontrol etti ve ayağa kalkıp, vapura doğru hızlı adımlarla ilerledi.

Bugün dananın kuyruğu kopacaktı. Soldaki sokaklardan birine girdi. İlerde katlı otoparkı geçince sahildeki olta balıkçılarını gördü. Yanlarından geçerken ‘rastgele abiler’ diye seslendi, ortaya. İçlerinden biri “Allah razı olsun Zeynel” diye selamını aldı, misinadan gözünü ayırmadan.

Kıyıya yakın yüzen bir karabatak, heyecanla aniden daldı denize, bir süre sonra su yüzüne çıktığında ağzı boştu. Umutları boşa çıkmışçasına kafasını sağa sola salladı.

İskele önünde, simitçi taze akşam simidini hazır etmişti, hemen uzattı Zeynel’e. “Senin martılar çok şanslı oğlum” dedi gülümseyerek. Bugün martılardan daha önemli bir konusu vardı oysa. Yeni tanıştığı kızı evine arabasıyla bırakmayı teklif edecekti. Kabul ederse seviye atlayacaktı.

Turnikeden uçarcasına bekleme salonuna geçip, koşarak vapura atladı. Tanıştıkları günden beri yan yana oturdukları kıç güvertesindeki yere kız daha erken gelmişti bugün. Zeynel’i görünce uzaktan el salladı. Zeynel, hemen yanına geçip, oturdu. Kesin o da benden hoşlanıyor diye düşündü. 

“Bugün çikolata getirdim, alır mısın? Paketi açmadan kırdım içindekileri, elim değmedi” dedi cebinden çıkarırken, vapurun iskeleden ayrılırken çıkardığı manevra gurultuları aşka açlığını hatırlattı ona.

“Almaz mıyım! Hem de ‘bitter’. Tam da ihtiyacım olduğu gün” dedi kız, soğuktan pembeleşmiş elleriyle pakete uzanarak. “Hafıza ve beyin için iyi diyorlar” diye ekledi ağzına atarken. “Dün akşam arabamı park ettiğim yerde bulamadım, çok canım sıkıldı” diye devam etti. Bu kız kesin beni düşünüyor hep diye geçirdi içinden. Kafasını karıştırdım diye içinden geçirdi.

Kızla tanışalı beş gün olmuştu, yine aynı saat aynı güvertede. Zor geçen bir beş gün.

Zeynel her akşam Kadıköy’e geçerken vapurda güvertede oturup, yorgun güneş İstanbul’un üzerine yıldızları çekerken Sarayburnu siluetini seyreder ve aldığı simiti martılarla paylaşırdı. Tanıştıkları gün kalbine akan kokusuyla yanına bir kız oturmuştu. Rüzgârda yüzünü kamçılayan saçlarından savrulan çiçek kokusu, ona manzarayı unutturmuş, martıları unutturmuş, elindeki simidi unutturmuştu.

Omzu omzuna değiyor, soğuktan göğsünde kavuşturduğu kolları titriyordu kızın. Ona sarılıp onu ısıtmak, o mis kokusunu içine çekmek istemişti. Büyülenmişti. Bekar mıydı? Keşke… ‘Çok mu hızlı gidiyorum’ diye düşünmüştü. Çarpılmıştı kokuya ve bu ellere.

“Simit alır mısınız? İçiniz ısınır” demişti saçların arasından. Kız yüzünü çevirmeden “Çay mı o içimi ısıtsın. Teşekkür ederim, dışardan bir şey yemiyorum ben” demişti tersleyerek.

“Ben her zaman yerim, bir şey olmadı hiç, martılara da olmadı” deyiverdi. Sustular. Vapur iskeleye yanaşınca beklemişti kızın kalkmasını. Sanki ondan önce kalkmak, onu kaybetmek anlamına gelecekti kendisi için. Bir daha görebilecek miydi bakalım.  Tutulduğu bu kıza başka bir şey söyleyemeden beraber kalktılar. İskelede vedalaşamadı, vedalaşmak saçmaydı, tanışmamışlardı ki. Ama sol elinde yüzük olmadığı da kaçmamıştı gözünden.

Geçen bu beş gün her akşam aynı yerde oturmanın samimiyetiyle “Hafıza problemin olduğunu sanmam. Günün yorgunluğu bazen böyle hissettiriyor” dedi.

“Yok sanmam. Kafamı yoracak bir işle uğraşmıyorum. Otelde manikür pedikür yapıyorum müşterilere. 

“Birisi mi aklını karıştırdı yoksa” diye manidar gülümsedi Zeynel. Anlamamış gibi yüzüne bakan kız “Yok ya, dün vapurdan inince, annem aradı. Oğlum ateşlenmiş. Panik oldum yol boyunca”.

Yüzü hemen düştü, oğlu olduğunu duyunca. “Kendi oğlun mu?” diye araya girdi. Ne saçma olmuştu bu soru.

“Saçma olmadı mı bu soru… tabi ki kendi oğlum. Eve varır varmaz oğlanı kaptığım gibi arabaya indim ama araba yok. Çok aradım bulamadım. Çalındığını düşündüm ama oğlumun ateşi çok yüksek olduğu için hemen taksiye atlayıp, acile götürdüm. Corona olmadığını öğrenince sakinleştim, bademcikleri şişmiş. Uzatmayayım, dönüşte yolunda buldum arabamı. İki gün önce marketin otoparkına park etmiştim, sonra eve yürüyerek dönmüşüm”  

Zeynel kilitli kalmıştı oğluna. “Ben seni annenle yaşıyorsun sanmıştım”

“Kocam yurt dışında inşaatlarda çalışıyor, elektrik teknisyeni. Ben de bu dönemde kayınvalidemin yanında yaşıyorum”

Oltası tık tık vuran balıkçının son anda balığı kaçırması gibi yıkılıyordu Zeynel. “kaah kaah kaah” diyen bir sesle birlikte suratına sert bir tokat yedi. Kız kahkahalarla gülmeye başladı. “Dur dur sileyim yüzünü, kocaman martı aramızdan geçti. Sen bugün simit vermedin bunlara, kızdılar” diyerek hem gülüyor hem de yanağını siliyordu.

Zeynel şoktaydı, yüzüne felç inmiş gibi boşa bakıyordu.

Kadıköy’e geldiklerinde, kızın da kendisini sevdiğinden emin olarak sabah ISPARK’ta bıraktığı arabasını unutup metroya girdi, karabataklar gibi kafasını sallaya sallaya.

Levend Abay, 2022

Not: Yorumlarınızla kendimi geliştirebilirim.

 

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiroid'deki nodülüm neden ufaldı

LevenD mi doğru LevenT mi tartışmasına son veriyorum.

Geçmişle barışmak