SOKAK LAMBALARI

Eve koşar adımlarla yürürken, gözleri az önce pencereden bakan babasını aradı. Girişteki mermer merdivenleri ikişer ikişer çıktı. Apartman kapısı her zamanki gibi aralıktı, itti girdi içeriye. Merdivenleri koşarak bir kat yukarı çıktı. Evin kapısına geldiğinde sabırsızca zile basarken ayakkabılarını sıyırarak çıkartmaya çalışıyordu. Bir yandan da kapıyı itekliyordu. Acelesi vardı.

Kapıyı annesi, ellerindeki sabunu yere damlatmamaya çalışarak açtı ve açar açmaz “Gözün kör olmasın senin, bu ne hal. Sırılsıklam olmuşsun. Gir çabuk içeri üstünü çıkar getir bana” dedi ve evin arka tarafına banyoya doğru hızlı adımlarla gitti. Koridorun ışığı yanmıyordu, karanlıktı. Mutfaktan gelen sarı ışık koridoru biraz olsun aydınlatıyordu.  

Okullar yeni açılmıştı. Mevsim yavaş yavaş sonbahara dönüyordu. Evde soba yanmaya başlamamıştı henüz. O gün, gece ile gündüzün eşit olacağı gündü. Artık sokak lambaları daha erken yanmaya başlayacaktı. Okuldan dönünce, üstünü değiştirir değiştirmez evin önündeki sokakta asfalt üzerine iki tuğla koyarak yaptıkları tek kalede maç yapmaya başlamıştı mahalle arkadaşlarıyla. O yıllarda sokaklardan pek vasıta geçmezdi. Evlerin önünde park eden arabalar da pek olmazdı. Sadece yaz aylarında gelen alamancıların arabaları olurdu. Çocuklar dışarıda oynardı hep. Onların misketleri, bisikletleri, kendi yaptıkları kaykayları, kavak dallarından yaptıkları okları, mantar tabancaları,  çatapatları vardı. Saklambaç, yakartop, voleybol, futbol oynarlardı.  Bunlar sokak oyunlarıydı, mücadele etmeyi, hak aramayı, tartışmayı, yarışmayı sahada yani sokakta öğrenirlerdi. 

O akşam, babası, evden, camın arkasından onu seyrederken, eve girme zamanını hatırlatmak için, parmağındaki alyans ile camı tıklatmış, sessizce kolundaki saati ve sokak lambalarını işaret etmişti. Sokak lambaları yanarsa sokakların tekin olmadığını bilirdi tüm çocuklar. Omuzlarını silkti babasına, maçı bırakmaya niyeti yoktu. Kaledeydi, oyunu bırakamazdı. Hem henüz tam kararmamıştı hava. Bunlar sokakta oynamanın artık son günleriydi üstelik. Ödevler oynamalarına izin vermeyecekti. “Biraz daha n’olur” dedi masum bakışlarıyla. 

Babası boynunu bükmüştü,  “Peki ama beni üzüyorsun” der gibiydi. 

Maçı kazandılar, neler kaybedeceğini bilmeden.

İçeri girdi, ayakkabılarını alıp, girişteki rafa, ona öğretildiği gibi yerleştirdi. Her şey yerine konmalıydı evlerinde. Üstünü çıkarmadan önce babasının gönlünü almalıydı. Usulca salona yöneldi. Sokak lambasının sarı ışığı, karanlık salonun tavanını aydınlatıyordu. Karanlıkta babasının kapı girişinde soldaki divanda uzandığını farketti, sırt üstü, hareketsiz. “Babacım… Ben geldim” dedi ürkekçe. Ses yok… Divana yaklaştı , hafif üstüne eğildi. Horlama sesi gelmiyordu. O zaman uyanık diye düşündü. “Babacım. Geldim ben. Işığı açabilir miyim?”… Yine cevap yok… Salonun diğer taraflarına göz attı, artık gözleri karanlığa alışmıştı. Kardeşi yerde halının üzerinde oynuyordu, don gömlek. “Yine altı değiştirilmiş” diye düşündü. Siyah beyaz televizyonda Pilli Bebek yeni başlamıştı, en sevdiği çizgifilm. Tekrar babasına döndü. Biraz daha yaklaştı. Çok sevdiği ve evdeyken üzerinden hiç çıkarmadığı, bej rengi el örgüsü süveter vardı üzerinde. Ellerini karnının üzerinde birleştirmiş , küskün küskün yatıyordu sanki. “Babacım. Özür dilerim. Çok geç kalmadım değil mi? Işıkları açayım mı?” Yine cevap yok. Çok mu kızmıştı!…  Yoksa şaka mı yapıyordu acaba!… Şakayı severdi babası. İşaret parmağıyla dürttü kolunu. Kıpırdamadı. O zaman gördü, yüzünün ifadesiz olduğunu, ağzı sonuna kadar açık, tıpkı…, tıpkı… 

Divanın ayak ucunda yerde oynayan kardeşine baktı. Evin arka tarafından su sesi geliyordu. Banyoya doğru, annesinin yanına gitti. Annesi lavabonun içine yerleştirdiği leğende beyaz çamaşırlar yıkıyordu. Göz göze gelince annesi “Üstündekileri çıkar ver hemen, hasta olacaksın” dedi. Sinirli miydi? 

”Babam bi tuhaf" diyebildi banyo kapısından, eşikten içeri girmeden.

“Ne demek o?” dedi kaşları çatık ve korku dolu bir bakışla.

“Ölmüş gibi tıpkı” deyince annesi ellerini üstüne kurulayarak “Sus , ne biçim laf o, tövbe de” diye bağırdı ve telaşla banyodan çıktı, ellerindeki sabunları yere damlatmamaya çalışarak. Annesinin salondan gelen bağrışlarından sonrası hayatının bambaşka olacağını tahmin eder miydi. 

Bir anda ev kalabalıklaştı, çığlıklar arttı. O sarı loş ışıklar heryeri sardı. Ağlama sesleri arttığında onu elinden tutup götürdüler. Artık evin reisi sensin , annen ve kardeşin sana emanet dedi komşu teyzeler , amcalar. Etrafına, boşluğa bakındı, sonra yukarı baktı, aradığını görememişti. Başını önüne eğdi, bir elinin başparmağını diğer eliyle sıkıca avuçladı, “Özür dilerim babacım, bir daha hayır demem, gitme” diyebildi içinden. Sokak lambaları aydınlatamadı o geceyi. Ömür boyu “hayır” diyeceği zaman yüreği daralacaktı, sarı sokak ışıkları onu huzursuz edecekti hep.

A.Levend Abay, 2021


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiroid'deki nodülüm neden ufaldı

LevenD mi doğru LevenT mi tartışmasına son veriyorum.

Geçmişle barışmak