Öğüt


Oturun şöyle önüme, size bir anımı anlatayım çocuklar. Yıllar önceydi. Yirmili yaşlardaydım. Hatta tam 23 yaşındaydım. Üniversiteden yeni mezun olmuştum ama henüz öğretmenlik yapmaya başlamamıştım. 


Bir gün, akşama doğru,  benden 10 yaş küçük erkek kardeşim ve annemle evde yalnızdık. Kapı çaldı, annem içerden "Ütü yapıyorum, kim o demeden açmayın" diye seslendi. Kapıyı ben açtım, kargo gelmiş. "Paketiniz var abla" dedi getiren. Baktım anneme gelmiş, bir bankadan. Konuşmamızı duyan annem, "puanlarımla bir şeyler almıştım, o gelmiş olmalı, alın açın" diye seslendi. "İmza gerekiyor mu?" dedim kuryeye, kalem ucuyla göstererek "gerekiyor, şuraya atıver bir imza" dedi. Ben de gösterdiği küçücük alana karaladım bir imza, aldım paketi, uğurladım adamı.


Salona girince, kardeşim "Açalım bakalım ne gelmiş" dedi. Annem içerden "Açın açın, şemsiye seçmiştim galiba, otomatikmiş" dedi. Açtım paketi, küçücük bir şemsiye. Sapındaki düğmeye basınca şak diye bir sesle beraber uzadı ve açılıverdi. O zamana kadar görmemiştik böylesini.


Kardeşim hemen aldı elimden, ışın kılıcı yaptı onu, etrafında dönerek, hareketler yapmaya başladı. Ben de akşamın miskinliği ile hep beraber içeriz diye demlediğim çaydan bir fincan aldım, tam içeceğim, üstüme üstüme tutuyor şemsiyeyi. Bak dökeceğim çayı, yapma, bir kaza çıkaracaksın derken, bir şangırtı koptu. Masanın üstünde duran, markasından değil de manevi anlamından dolayı kıymeti yüksek, turkuaz renkli vazo, ışın kılıcı darbesiyle sizlere ömür.  Annem koşar adımlarla salona girdi. Yerdeki turkuaz parçaları görünce önce bayağı bir gözleri döndü, sonra yüzü kızardı, ardından sesi böğürerek bir şeyler söyledi. Önce anlamadık dediklerini, sonra her zamanki bedduaları ettiğini fark ettik. Babaannemden yadigârdı ya babanıza ne diyeceğim demeye çalışıyordu. Sonra birden yutkundu, derin bir nefes aldı, sakinleşti. Gözlerini yerden ayırmadan "Tamam çocuklar, ben kırdım diyorum, ses çıkarmayın" dedi ve eline bir süpürge alıp temizlemeye başladı. 


Tam o sırada kapı kilidinden anahtar sesi duydum. Hemen iki elimle sımsıkı sarıldığım fincanımın arkasına sığındım, olacakları tahmin ediyordum ve çok korkuyordum. Babam manav olduğu için elleri nasırlıydı ve vurduğu yer önce uyuşur, sonra kızarır, iki gün rengi yerine gelmezdi. Selam sabah vermeden o ayı gibi pençelerini iki yanında sallayarak içeri girdi ve faraşın içinde turkuaz parçaları görünce, "kim kırdı o vazoyu, çabuk söyleyin" diye böğürdü. Elimde olmadan, "ben kırdım baba, yanlışlık oldu" dedim ve dememle, sol yanağımda bir uyuşma oldu ve ben birden görünür oldum, elimde fincan yoktu. Ben yine de arkasına sığınmıştım, iki elimin arasındaki boşluğun. Babamın elinin havalandığını gören kardeşim de o sırada "hayır ben kırdım baba, ışın kılıcım çarptı" demiş bulundu ve ona da serinin devamı olarak aynı elinin dışıyla bir tokat indirdi. Işın kılıcı babama engel olamamıştı. Annem elinde süpürge faraş ile "hayır ben kırdım, masanın örtüsünü düzeltiyordum, vazo devrildi, tutamadım" demeye kalmadı, babam hazır dönmüşken seriyi ilerletip, annemin saçlarına yapıştı tam çekip yolacakken kapı çaldı. Sıçrayarak kendime geldim. Baktım elimde yine bir fincan. Hemen elimde fincanla koştum, açtım kapıyı, gelen babamdı. "Hoş geldin babacığım, biz bugün turkuaz vazoyu kırdık yanlışlıkla, özür dileriz" dedim. Ayakkabılarını sıyırarak çıkaran babam, nasırlı elleriyle sol yanağımı okşayarak "Kırılacağı varmış kızım, üzülmeyin, cana geleceğine mala gelsin" dedi. Annemin elinden faraşı alıp, ortalığa dağılmış,  yarısı toplanmış vazo parçalarını itinayla süpürdü, annesinden kalan son yadigâra görevini yerine getirir gibi.


Diyeceğim o ki çocuklar, siz siz olun, sakın yalan söylemeyin. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiroid'deki nodülüm neden ufaldı

LevenD mi doğru LevenT mi tartışmasına son veriyorum.

Geçmişle barışmak