Bu akşam kelle yiyelim

Birgün ofiste uslu uslu çalışıyordum. Telefonum çaldı:

- Levend abi, ben Burkan. Naber?
- Selam Burkan, nerelerdesin sen hayırsız..
- Abi iş güç koşturuyorum. Ben bugün İstanbul'dayım. Özledim muhabbetini. Akşam müsaitsen, kelle yiyelim, ne dersin?
- Hay aklınla bin yaşa. Ben de epeydir kelle yemedim. İyi fikir. Nerde yiycez?
- Abi ben seni bir saate kadar ararım.
- Tamam Burkan. Haber bekliyorum. Ben toplantıda olucam, açmazsam SMS atarsın.

Bir saat kadar sonra SMS geldi : "Abi Gökmen'le konuştum, 19:30'da Reina'da görüşürüz"

Reina'mı? Reina'da kelleci de mi açılmış!! Topu topu 2-3 kez gittiğim biryer. Konsept farklı olduğu için, çok da şaşırmadım.



Trafikten dolayı biraz geç varabildim. Ben vardığımda Gökmen gelmişti ve bara yerleşmişti. Burkan ortalarda yoktu daha. Etrafa şöyle bir göz attım, pek etrafta kelle verecek bir yer göremedim. Gökmen'le havadan sudan konuşurken, 5-10 dk sonra Burkan da geldi yanımıza. İlk kadehleri devirdikten sonra, yerimize geçtik. Gökmen karşıma, Burkan da yanıma oturdu. Burkan'a döndüm:

- Hocam hani kelle yiyecektik?!!
- Abi alem adamsın ya, deyip gereksiz bir kahkaha attı  ve başka bir konu açtı.

Pek birşey anlamadım, durmadım üstünde.

Garson tabakları getirdi. Baktım tabak kirli. Garsonu geri çağırdım.

- Şefim, tabakta yemek lekeleri var, değiştirir misin? dedim.
- Efendim tabak lekeli değil, onlar yemeğiniz, dedi.

Bu son yazdığım dialog şaka tabi. Ama ne zaman lüks bir restaurant'a gitsem, yemek geldiğinde hep bu dialog'u hayal ederim. Lüks yerlerde tabağın beyaz kısmına para veriyorsunuz, yemekler ise müesseseden ikram. Önünüze konan yemekler, Google Earth'deki yerleşim yerleri gibi. Ne yediğini görmek için zoom yapmanız lazım.

Neyse biz asıl konuya dönelim.

Tabağı inceledim, acaba kelle mi bu diye. Ama kelle yok, eminim.

Burkan'a döndüm:

- Ya üstad. Kelle yiyelim demedin mi sen bana? Nerde kelle?
- Abi ne diyosun sen ya deyip yine güldü. Gülerken yan gözle Gökmen'e kaçamak bir bakış attığını farkettim.

Bu arada söylemeyi unuttum. Gökmen , Burkan'un müdürü. Burkan yine başka bir konuya geçti, bizim kelle yine kaynadı.

Muhabbet çok güzeldi. Manzara, boğazdaki parıltılar, köprüdeki ışıklar, hava limonata gibi. Harika bir akşam. Konu konuyu açıyor. Bu güzelliklerin yanında yediğimizin içtiğimizin farkında bile değiliz. Kakara kikiri, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık.

Bir süre sonra tatlılar da geldi. Döndüm Burkan'a:

- Abi sen bugün beni aradın, kelle yiyelim mi bu akşam dedin. Doğru hatırlıyorum değil mi? Eee?! Fikir mi değiştirdiniz sonradan? Ben kelle yemek için gelmiştim, diye yüksek sesle gülerek sordum. İşin şakasındaydım aslında. Burda kelle yenmiyeceği başından beri aşikardı ama amacım Burkan'ı kızdırmaktı.

Burkan iyice kulağıma eğildi. Yine Gökmen'e göz ucuyla baktığını farkettim:

- Abi şaka mı yapıyorsun ya , mahvettin beni. Adam anladı, sen anlamadın hala...

Gökmen'e döndüm. O da bize bakıyor gülümseyerek. Ama o gülümsemeyi unutamam...

Gökmen... Kelle yiyelim... Kel ile yiyelim... Kel!?!? Anam anam anam. Oy oy oy.

- Hesabı istesek mi arkadaşlar, saat çok geç oldu...

Not: İsimler gerçek değildir :)

Yorumlar

Adsız dedi ki…
ben anlamadim.. kelle yiyelim mi derken ne demek istemiş?

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tiroid'deki nodülüm neden ufaldı

LevenD mi doğru LevenT mi tartışmasına son veriyorum.

Geçmişle barışmak